Thomas, kendi içinde sessizce bir dünya kurmuştu, hayatı sevdikleriyle doluydu. Ancak, bir felaket her şeyi darmadağın etti. Oğlunun beklenmedik ölümü, Thomas’ı derinden sarsarak acıya boğdu. Keder onu yavaş yavaş yutmaya başladı, içindeki fırtına henüz kendini göstermemişti. Ta ki, kafasında korkunç imgeler belirmeye başlayana kadar. Doğa olaylarının korkunç bir senaryosu, onun zihnini ele geçirmeye başladı. Başlangıçta sadece hafif bir esinti olarak gelip geçen bu imgeler, zamanla fırtınaya dönüştü ve gerçeklikle hayal arasındaki çizgi iyice bulanıklaştı. Thomas, bu görüntülerin rüya olmadığına inanmaya başladı, belki de Tanrı’nın bir mesajıydılar. Ancak bu mesajı anlamak imkansızdı. Her gün, Thomas daha da derinlere çekildi, kendi zihnindeki kaosun pençesinde kaybolurken, gerçeklikle hayal arasındaki sınır giderek belirsizleşiyordu. Gelecekten mi görüntüler alıyordu, yoksa kendi karanlık iç dünyasının etkisiyle mi sanrılar görüyordu, artık ayırt etmek bile zorlaşmıştı. O, bu karmaşıklığı çözmeye karar verdi, ama bu karar, onu daha da derin bir karanlığa sürükleyecekti. Gördüğü her detay, onun için bir muamma haline geliyordu, çözülmesi gereken bir bulmaca gibi parçaları bir araya getirmeye çalışıyordu.